İlk olarak “Piç” adlı kitabıyla tanışmıştım Hakan Günday’la.
Boşluğun, kocaman bir hiçliğin sarsıcılığı müthişti benim için.
“Piçlerin bedenleri ve akılları, diğer insanlarınkinin aksine nasırlaşmaz. Onların nasırlaşan tek yerleri ruhlarıdır.”
Sonra diğer kitapları geldi, her kitabından sonra yenisine
bunu da sever miyim kuşkusuyla başlayıp, kanarcasına okudum hepsini..
“Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime.
Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle
yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de
yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.”
Bir kitap hem bu kadar bunaltıcı ve sıkıcı, ama aynı zamanda da hem büyüleyici ve sürükleyici olabilir mi?
İşte Hakan Günday’ın hikayeleri aynen böyle. Okuyucuyu dibe,
en dibe gönderiyor cümleleri.
Koca bir hiçlik!
Anların farkındalığı!
Her insanın içinde var olduğuna inandığım karmaşa!
Deliliğin sınırları!
Karanlık tarafı ağır, sahiciliği ağır!
Size önerim yazarın ilk kitabı “Kinyas ve Kayra” dan
başlamanız. Ben bu kitabı sona bırakmışım.
Harika bir kurgu var kitapta. Tek kelimeyle bayıldım. Tüm kitaplarında
olduğu gibi altı çizilmedik cümleler ve
paragraflar kalmadı gibi.
“Hayat ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar
çıkarıldığı zaman geriye kalandır.”
“İçi ne kadar doldurulursa doldurulsun, yine de hafiftir
hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür. Bütün kazançlar bu delikten kayıp
gider.”
İyi okumalar J