18 Ağustos 2013 Pazar

Ne İstersen Yaparım

Bu cümleyi hepimiz söylemişizdir hayatımızın bir döneminde mutlaka. Çocukken anne ya da babamızdan bir şey istediğimiz zaman mesela. Yetişkinken de söylemişizdir, okul hayatında, iş hayatında, aile hayatında.

İzlediğim bir dizide fark ettim bu cümlenin önemini; 666 Park Avenue.



Bu dizide bu cümleyi söylediğin anda bir sözleşmeye imza atmış oluyorsun, kiminle mi? Şeytanla, ve artık şeytan ne isterse yapmak zorundasın, hem de ne isterse. Gerçekten çok istediğin o şey neyse gerçekleşiyor ama bedeli çok ağır oluyor.  

Bu arada dizideki şeytan meşhur “Lost” dizisindeki John Lock, sevimli, gizemli, gerektiğinde de oldukça ürkütücü bir şeytan olmuş.

Böyle söz vermek, ne istersen yaparım demek ne kadar büyük bir laf aslında! Benim için adam öldür dese öldürecek misin? Evet öldüreceksin,  böyle bir anlaşma yaptığın an geri dönüşün yok. Bu dizide de aynen öyle oluyor. Çok istediğin şey neyse onu elde ediyorsun ve bir süre sonra altından kalkması oldukça zor olan istekler altında eziliyorsun. Şeytan her şeyi verirmiş gibi yaptığında aslında her şeyi alıp götürüyor.

“Elimden geldiği kadar, yapabileceğim bir şey ise …” demek daha doğru aslında ama çok istediğimiz bir şey karşısında “ne olursun, bak ne istersen yaparım” demeyen yoktur.

Tabii ki günlük hayatta birbirimize bunu çok söylüyoruz, ama bedel ödemek zorunda kalmıyoruz.  Hem  sözümüzü de tutmuyoruz zaten, ama yine de siyasette, iş dünyasında bu tip Faustvari anlaşmalar yapılıyordur elbette. Ancak her Faustvari anlaşmanın bir bedeli var tabii ki.

Goethe, Faust'un konusunu çok eski bir öyküden almış. Şeytanla bahse giren insanoğlu teması önceki yüzyıllarda da birçok öyküye ve oyuna konu olmuş. 

Roman karakterleri mutlaka büyük hayaller kurarlar ve sonra bu hayallerin peşinde koşarken büyük hatalara düşerler ve hayal ettikleri yüksek değerleri birer birer kaybederler.

Belki bazılarının son çaresidir, kendini öldürmek yerine değerlerini satmak...

Bu da şu soruyu getiriyor arkasından; çaresizlik değerlerin önüne geçebilir mi? Zor soru, bunu düşünürken çaresizliğin derecesini yükseltin ki cevaplar daha dürüst olsunJ

Presokratikler doğa filozoflarıydı, insanı doğanın bir parçası olarak görürlerdi. Efesli presokratik Herakleitos der ki,  “yaşayan her canlının doğasına uygun ve yasalara göre yaşaması gerekmektedir. Doğada yaşayan varlıkların, insan hariç hepsi doğasına uygun olarak yaşamaktadırlar. Doğasından ve doğanın yasalarından uzaklaşan tek varlık insandır ve bunun cezasını ödemek zorundadır.”

Bu da yeni bir soruyu getiriyor aklıma; biz insanlar artık doğadan tamamen kopmuş ve onu kontrolü altına almış varlıklar olarak,  kendi inancımız ve arzularımız doğrultusunda her şeyi, kim ne isterse onu yapabilecek kadar gözü dönmüş olabilir miyiz?