En çok
biyografileri severim. Kitap olsun, film olsun, gerçek hayat hikayeleri hep
ilgimi çekmiştir. Yaşanmışlıklardan çok şey öğrenebiliriz, farkındalıklar
yakalayabiliriz diye düşünürüm.
Bu yüzden
vizyona yeni giren “8 saniye” filmi hemen dikkatimi çekti. Berlin’de doğup
büyümüş bir Türk kızının ilginç hayat hikayesinin filmi olması, ayrıca bizzat
bu hikayenin sahibinin filmde kendisini oynaması da beni bu filme çekti.
Filmin
senaryosunu yazan ve kendisini oynayan Esra İnal’ın ilk oyunculuk denemesi
olduğuna inanmak güç. Oldukça zor sahnelerin hakkını vermiş, çok doğal ve çok
başarılıydı. Kıza çok sempati duydum. Bunun iki sebebi var; birincisi filmin
kahramanı Esra’nın, Almanya’da doğup büyümüş ve hala orada yaşayan dayımın kızı
kuzenime olan aşırı benzerliğiydi. Hem tipi benziyor, hem de o Almancı
Türklerin kendilerine has konuşmaları. İkinci sebebi ise benim de Esra gibi
rüyacı olmam.
Esra küçücük
yaşlarından itibaren haberci rüyalar gören bir kız, rüyalarında ona eşlik eden
ve yol gösteren gizemli bir arkadaşı var. Gerçek yaşamında da algıları çok
açık, hisleri çok güçlü, bu yüzden de bir süre sonra rüyalar alemiyle gerçek
alemi karıştırmaya başlıyor. Doğal olarak da bunlardan çok etkileniyor ve
korkuyor.
Diğer yandan
çok sıcak ve anlayışlı kocaman bir ailesi var. Buna rağmen Esra’nın Almanya’da
yaşayan Türk ve Müslüman bir kız olarak varoluş çabalarını, örf, adet ve kültür
karmaşalarını da izliyoruz. Bir yandan onu çok yoran ve etkileyen rüyalarıyla
mücadele eden, bir yandan da erkek baskısından uzak özgür bir yaşam sürmeye
çalışan Esra’nın çıkış yolu aramasını anlatıyor film.
Hem komik
hem hüzünlü hem de öfke dolu bir yaşam hikayesi.
Çekim
planları, görüntüler çok başarılı, Ömer Faruk Sorak şahane bir film yapmış. İç
sahneler de dış sahneler de çok görkemliydi, hele ki rüyalar alemi beni benden
aldı.
Yan
rollerdekiler de çok iyi seçilmiş, harika oyunculuklar sergilenmiş.