Geçen gün bir mağazada, ödeme sırasında bekliyordum. Önümde
bir anne ve tahminen 6 – 7 yaşlarında bir kız çocuğu var. Kızın bir arkadaşına
doğum günü hediyesi almışlar. Bir çizgi film kahramanının bornozunu, üzerinde
aynı kahramanın resmi olan çok sevimli de bir paket yaptırdılar. Kız paketi
eline aldı ve; “Buse ne kadar şanslı değil mi anne?Hediyesi çok güzel” dedi. Bu
çok tatlı ve masumca yorumu beni
güldürdü ve de geçmişe götürdü.
Ben de aşağı yukarı o yaşlardayken bir arkadaşıma doğum günü
hediyesi almıştık babamla. Ankara’daydık o zaman, ve ordu evinden almıştık
hediyeyi. Çok şahane, rengarenk bir su değirmeniydi. Büyük bir ihtimalle normal
plastik bir oyuncaktı ama o yaşımda bana muhteşem görünüyordu. Ben de hediye
paketi elimdeyken, yukarıda bahsettiğim küçük kız gibi, babama; “Arkadaşım çok
şanslı değil mi? Bayılacak hediyesine, bana gelse bayılırdım” demiştim. Bir
tane de bana alınsın çok istemiştim ama söyleyememiştim babama.
Çocukluk masumiyeti işte,
ne kadar güzeldir, ne kadar sıcaktır.
Masumiyeti saf doğrudur,durudur ve temizdir.
Masumiyeti saf neşedir.
Masumiyeti saf merhamettir.
Masumiyeti saf iyiliktir.
Masumiyeti mahcuptur, ürkektir, çekingendir.
Masumiyeti mütevazidir.
Büyüdükçe kirlenen
hayatlar karşısında ne kadar samimidir
masumiyet. Rekabet,iki yüzlülük, para pul
peşinde koşmak, mal mülk edinme sarmalındaki güvensiz hayat yavaş yavaş
zehirler bizi, yavaş yavaş kaybederiz masumiyetimizi. Sistem böyledir çünkü,
acımasız çarkları arasında yoğuluruz sürekli. Ama vicdanlıysak eğer üzülürüz kaybettiğimiz
masumiyete. Öpünce geçer derlerdi ya büyüklerimiz, inanırdık ve geçerdi. İşte
yine biri öpsün de geçsin isteriz. Bazen de döneriz içimizdeki çocuğun
masumiyetine.
“İçindeki çocuğa
sarıl, sana insanı anlatır.” demiş Sezen Aksu ya işte öyle..