2 Şubat 2014 Pazar

Benim Kısa Filmlerim



Büyük bir alışveriş merkezinin giriş katında asansöre doğru ilerliyoruz. Önümüzdeki çiftin ise hiç acelesi yok, birkaç adımı hızlı atsalar asansörü yakalayacağız, ya da yola yayılmasalar önlerine geçebileceğiz. Kadın, adam ve 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu. Kadın çocuğun boş pusetini itiyor. Haliyle kaçırdığımız asansörü beraber bekleyip, yeni gelene beraber bindik. Kadınla adam farklı dünyadalar. Kadın  botokslu, burun ameliyatlı, dövme kaşlı, suratsız suratını inceliyor aynada. Mutsuzluk akıyor üzerinden. Belli ki kodaman, paralı, bence galerisi olan koca da suratsız ama hiç değilse çocuğuyla ilgili.  Tek kelime konuşmadan ve birbirlerine bakmadan iniyorlar asansörden.

Kadıköy’e giden metrodayız, bir genç kız ve bir genç erkek neredeyse bağırarak İtalyanca konuşuyorlar. Kahkahalarla gülüyorlar. Bence rahatsız edici değil, aksine neşeleri bulaşıcı ama dikkat çekiyorlar işte. İşin ilginç tarafı  son durakta inerlerken, gayet düzgün Türkçe konuşmalarıydı!

Küçükler basketbol maçı, tüm veliler çocuklarımızı seyretmeye gelmişiz. Sağ yan tribünde bir anne baba dikkatimi çekiyor. Kadın mütemadiyen sakız çiğniyor. Hayır çiğnemiyor, ağzı kadından bağımsız  hareket halinde, kadın bile ağzına hakim olamıyor adeta! Ağız çıldırmış, sakızla dalaş halinde. Çatık kaşlarını daha da çatık gösteren kelebek çerçeveli gözlükleri var. Doğuştan esmer saçları hemen hemen her Türk kadının özlemi olan sarı saçlı olmak adına röflelenmiş. Saç dipleri ve kaşları haykırıyorlar sen esmersin diye.  Kişisel gelişim kitaplarında yazan “negatif enerji” saçanlardan. Belki de suç gözlük çerçevesinde, sanki o değişse yumuşayacak kadın tüm halleriyle. Kocası ise satmışım dünyayı havalarında, öyle rahat, öyle gamsız, öyle heyecansız seyrediyor oğlunu. Sakızın etkisiyle efsunlanmış belki de, ve hiç konuşmuyorlar.

Kadıköy balıkçılar sokağında bir mekandayız. Balığımızı yiyip barlar sokağına geçeceğiz. Hafta sonu kalabalığında ancak son katta bir masaya buyur ediliyoruz. Neredeyse omuz omuza tüm masalar. Yan masadaki çift dikkatimi çekiyor yine, İlk randevu olma olasılığı yüksek. Adam Cem Yılmaz’a özenmiş, mütemadiyen konuşuyor ve gülüyor. Konuştukça açılıyor, “ben çok komik bir adamım” havalarında. Karşısındaki kadın ise ruhunu teslim etmek üzere. Gülmeye çalışıyor fakat arka arkaya yudumladığı bira bardağının arkasında acı çekiyor resmen. Ne garip bu insanoğlu, adam kendini o kadar kaptırmış ki, mükemmel bir adam olduğuna inanmış ve kör olmuş adeta, kadının halinin farkında değil. Hangisine acıyayım bilemedim.  Kadın geceyi uzatmayacak belli, sonra da adamı bir daha asla görmeyecek. İşte adama acıdığım nokta da tam burası; “harikaydım oğlum, neden olmadı?” diye düşünecek ve asla kendinde kusur bulmayacak. Kim bilir kaçıncı hüsran?!


İlişkiler ne kadar anlamsız görünüyor bazen, umutsuzluk kaplıyor içimi, sonra da “ne haliniz varsa görün” umarsızlığı çöküyor üzerime.