Büyük bir alışveriş
merkezinin giriş katında asansöre doğru ilerliyoruz. Önümüzdeki çiftin ise hiç
acelesi yok, birkaç adımı hızlı atsalar asansörü yakalayacağız, ya da yola
yayılmasalar önlerine geçebileceğiz. Kadın, adam ve 3-4 yaşlarında bir kız
çocuğu. Kadın çocuğun boş pusetini itiyor. Haliyle kaçırdığımız asansörü
beraber bekleyip, yeni gelene beraber bindik. Kadınla adam farklı dünyadalar.
Kadın botokslu, burun ameliyatlı, dövme
kaşlı, suratsız suratını inceliyor aynada. Mutsuzluk akıyor üzerinden. Belli ki
kodaman, paralı, bence galerisi olan koca da suratsız ama hiç değilse çocuğuyla
ilgili. Tek kelime konuşmadan ve
birbirlerine bakmadan iniyorlar asansörden.
Kadıköy’e giden metrodayız,
bir genç kız ve bir genç erkek neredeyse bağırarak İtalyanca konuşuyorlar.
Kahkahalarla gülüyorlar. Bence rahatsız edici değil, aksine neşeleri bulaşıcı
ama dikkat çekiyorlar işte. İşin ilginç tarafı son durakta inerlerken, gayet düzgün Türkçe
konuşmalarıydı!
Küçükler basketbol maçı, tüm
veliler çocuklarımızı seyretmeye gelmişiz. Sağ yan tribünde bir anne baba
dikkatimi çekiyor. Kadın mütemadiyen sakız çiğniyor. Hayır çiğnemiyor, ağzı
kadından bağımsız hareket halinde, kadın
bile ağzına hakim olamıyor adeta! Ağız çıldırmış, sakızla dalaş halinde. Çatık
kaşlarını daha da çatık gösteren kelebek çerçeveli gözlükleri var. Doğuştan
esmer saçları hemen hemen her Türk kadının özlemi olan sarı saçlı olmak adına
röflelenmiş. Saç dipleri ve kaşları haykırıyorlar sen esmersin diye. Kişisel gelişim kitaplarında yazan “negatif
enerji” saçanlardan. Belki de suç gözlük çerçevesinde, sanki o değişse
yumuşayacak kadın tüm halleriyle. Kocası ise satmışım dünyayı havalarında, öyle
rahat, öyle gamsız, öyle heyecansız seyrediyor oğlunu. Sakızın etkisiyle
efsunlanmış belki de, ve hiç konuşmuyorlar.
Kadıköy balıkçılar sokağında
bir mekandayız. Balığımızı yiyip barlar sokağına geçeceğiz. Hafta sonu
kalabalığında ancak son katta bir masaya buyur ediliyoruz. Neredeyse omuz omuza
tüm masalar. Yan masadaki çift dikkatimi çekiyor yine, İlk randevu olma
olasılığı yüksek. Adam Cem Yılmaz’a özenmiş, mütemadiyen konuşuyor ve gülüyor.
Konuştukça açılıyor, “ben çok komik bir adamım” havalarında. Karşısındaki kadın
ise ruhunu teslim etmek üzere. Gülmeye çalışıyor fakat arka arkaya yudumladığı
bira bardağının arkasında acı çekiyor resmen. Ne garip bu insanoğlu, adam
kendini o kadar kaptırmış ki, mükemmel bir adam olduğuna inanmış ve kör olmuş
adeta, kadının halinin farkında değil. Hangisine acıyayım bilemedim. Kadın geceyi uzatmayacak belli, sonra da
adamı bir daha asla görmeyecek. İşte adama acıdığım nokta da tam burası;
“harikaydım oğlum, neden olmadı?” diye düşünecek ve asla kendinde kusur
bulmayacak. Kim bilir kaçıncı hüsran?!
İlişkiler ne kadar anlamsız
görünüyor bazen, umutsuzluk kaplıyor içimi, sonra da “ne haliniz varsa görün”
umarsızlığı çöküyor üzerime.