Bu cümleyi
hepimiz söylemişizdir hayatımızın bir döneminde mutlaka. Çocukken anne ya da
babamızdan bir şey istediğimiz zaman mesela. Yetişkinken de söylemişizdir, okul
hayatında, iş hayatında, aile hayatında.
İzlediğim
bir dizide fark ettim bu cümlenin önemini; 666 Park Avenue.
Bu dizide bu
cümleyi söylediğin anda bir sözleşmeye imza atmış oluyorsun, kiminle mi?
Şeytanla, ve artık şeytan ne isterse yapmak zorundasın, hem de ne isterse.
Gerçekten çok istediğin o şey neyse gerçekleşiyor ama bedeli çok ağır oluyor.
Bu arada dizideki
şeytan meşhur “Lost” dizisindeki John Lock, sevimli, gizemli, gerektiğinde de
oldukça ürkütücü bir şeytan olmuş.
Böyle söz
vermek, ne istersen yaparım demek ne kadar büyük bir laf aslında! Benim için
adam öldür dese öldürecek misin? Evet öldüreceksin, böyle bir anlaşma yaptığın an geri dönüşün
yok. Bu dizide de aynen öyle oluyor. Çok istediğin şey neyse onu elde ediyorsun
ve bir süre sonra altından kalkması oldukça zor olan istekler altında
eziliyorsun. Şeytan her şeyi verirmiş gibi yaptığında aslında her şeyi alıp
götürüyor.
“Elimden
geldiği kadar, yapabileceğim bir şey ise …” demek daha doğru aslında ama çok
istediğimiz bir şey karşısında “ne olursun, bak ne istersen yaparım” demeyen yoktur.
Tabii ki
günlük hayatta birbirimize bunu çok söylüyoruz, ama bedel ödemek zorunda
kalmıyoruz. Hem sözümüzü de tutmuyoruz zaten, ama yine de
siyasette, iş dünyasında bu tip Faustvari anlaşmalar yapılıyordur elbette. Ancak
her Faustvari anlaşmanın bir bedeli var tabii ki.
Goethe,
Faust'un konusunu çok eski bir öyküden almış. Şeytanla bahse giren insanoğlu
teması önceki yüzyıllarda da birçok öyküye ve oyuna konu olmuş.
Roman
karakterleri mutlaka büyük hayaller kurarlar ve sonra bu hayallerin peşinde koşarken
büyük hatalara düşerler ve hayal ettikleri yüksek değerleri birer birer
kaybederler.
Belki
bazılarının son çaresidir, kendini öldürmek yerine değerlerini satmak...
Bu da şu
soruyu getiriyor arkasından; çaresizlik değerlerin önüne geçebilir mi? Zor
soru, bunu düşünürken çaresizliğin derecesini yükseltin ki cevaplar daha dürüst
olsunJ
Presokratikler
doğa filozoflarıydı, insanı doğanın bir parçası olarak görürlerdi. Efesli
presokratik Herakleitos der ki, “yaşayan
her canlının doğasına uygun ve yasalara göre yaşaması gerekmektedir. Doğada yaşayan
varlıkların, insan hariç hepsi doğasına uygun olarak yaşamaktadırlar.
Doğasından ve doğanın yasalarından uzaklaşan tek varlık insandır ve bunun
cezasını ödemek zorundadır.”
Bu da yeni
bir soruyu getiriyor aklıma; biz insanlar artık doğadan tamamen kopmuş ve onu
kontrolü altına almış varlıklar olarak, kendi
inancımız ve arzularımız doğrultusunda her şeyi, kim ne isterse onu yapabilecek
kadar gözü dönmüş olabilir miyiz?