24 Mayıs 2013 Cuma
İçki
“İçkim yok
Sigaram yok
Allah korkum var”
İçki dozunda içilirse iyi, ama yasaklar da dozunda olsun. Zararlarını anlatsınlar, içme yaşı konusunda denetlemeler artırılsın, buna bir itirazım yok ama çok sert yasaklar bence yersiz. O zaman buna belli bir ideolojinin uygulaması derim ben. İslamın kurallarına göre herkes kendi günah ve sevabından sorumlu değil midir? O zaman bırakın içki içen hesabını öbür tarafa gittiğinde yönetime değil yaradana versin.
Öyle hurafeler dönüyor ki
ortalarda, inanamazsınız, ama o kadar çok inanan var ki bu safsatalara.
16 Mayıs 2013 Perşembe
insanlar
Bir yerde okudum, insanlar
dört çeşitmiş. “Bir çeşit insan vardır ki, her şeyi ile tatlıdır, ona doyum
olmaz. Bir çeşit insan vardır ki, her şeyi ile acıdır, ağza alınmaz. Bir çeşit
insan vardır ki, ekşidir, o senden bir şey koparmadan önce, sen ondan lazım
olanı almalısındır. Bir çeşit insan vardır ki, tuz gibidir, ona ihtiyacın
olduğunda gerektiği kadarını alıp, kullanırsın. “
Bunun
üzerine düşündüm de benim de insanları anlatacak bazı tariflerim var ve bu
konuda ne yazık ki pek de iç açıcı düşüncelerim yok.
İnsanlığı tüm olarak ne
kadar seviyorsam tek tek insanlar olarak o kadar sevmiyorum ve toplumu
oluşturan insanlardan gitgide soğuyorum maalesef!
Benim
en çok korktuklarım soğuk insanlardır, soğuk ve samimiyetsiz insanları hiç
sevmem ve anlaşamam. Bunlar insanlarla ilişkilerinde samimiyet kurmaktan
özellikle kaçınan, mesafeli duran insanlardır. Karşısındakine sıcak
davranabilerek de mesafeyi koruyabileceğini bilmezler ne yazık ki. O mesafe
onları kibirli gösterir, bunu bilirler mi acaba? Kendi soğuklukları nasıl da
üşütür etrafındakileri! Benim bütün
enerjimi anında çekerler elektrikli süpürge gibi. Oysa ki bir sıcak gülümseme
ne kadar çok şey başarır. Gülmek dudaklarda başlar, sonra bütün yüze ve sonra
bulunduğun ortama yayılır, herkese bulaşır.
Hepimizin
hayatında vardır böyleleri, bir süre taşırsın, hoş görmeye, olduğu gibi sevmeye
çalışırsın ama bunu taşımak çok zordur. Bu insanları aslında dertleri büyüktür,
kesinlikle kendi hayatlarında mutlu değillerdir, mutsuzlukları soğutur onları.
Bir
de dengesiz insanlar vardır ki bunlardan
kesinlikle uzak durulmalıdır. Yaptıkları
birçok şeyde akıl ve mantık aranmamalıdır. Bunlar ne zaman ne yapacağı belli olmayan
kişilerdir. Her şeyin yolunda olduğunu düşündüğünüz bir anda bir şeye
sinirleniverirler ama ne olduğunu anlamanız imkansızdır. Samimi, sıcak bir
ortamı bir anda buza çevirirler. Parçalı
bulutlu hava gibidirler. Bir bakmışsın yağmur yağıyor, bir bakmışsın güneş
açmış. Bir bakmışsın selam verirken öper seni, bir bakmışsın sadece soğuk bir
merhaba der. Apışıp kalırsın, duyguların
allak bullak olur.
Hele
ki bu dengesiz şahıs sevdiğiniz biriyse, ya da iyiliğini gördüğünüz biriyse
yapabileceğiniz en mantıklı şey allahtan sabır dilemektir. İyi günlerinizin hatırına bırakıp gidemezsiniz, ilişkinizi
bitiremezsiniz ama onunla da yapamazsınız. Sonunda siz de dengesiz biri
olabilirsiniz, ya da sinir hastası aman dikkat!
Bir
de sinsiler vardır, hep samimi görünürler ama anlarsın yalan olduğunu. Belli
ipuçları ele verir onları, biraz dikkat ederseniz. Bu insan tipi sürekli zarar verir. Senden
uzak olan kişiyi sana yakınlaştırır, sana yakın olanı da senden uzaklaştırır.
İyilik yapıyorum adına ortalığı karıştırır, kısaca tehlikelidirler.
Bir
de sana fayda vermek isteyip de zararı dokunanlar vardır, ahmak ve cahildirler
bu gruptakiler. Bazıları bilmediğini bilmez, bazıları da bilmeyi, öğrenmeyi
istemez.
Korkaklar
da başka bir tehlikeli gruptur. Zor bir anında seni yapayalnız bırakır kaçar.
Seni doldurur bırakır, sen ortaya atılınca ortadan kaybolurlar.
Ya
kıskanç insanlar?! Bunlar da çok
tehlikelidirler. Kendi aralarında
çeşitleri vardır; belli edenler, sinsice saklayanlar, açıkça söyleyenler. Seni
çok sevdiğini söyleyip, kendinden başka herkesi kıskananlar ise sadece
sevgililerde değil, arkadaşlar arasında
da ciddi problemlere neden olurlar. Bunların kurnazlarından korkacaksın, her şeyi yapıp, “ama ben seni çok seviyorum
da ondan böyle davrandım” derler.
Karamsar,
kötümser, iyimser, sitemkar, alıngan, duygusal, hırslı, pasif, ezik, kindar, ukala,
her şeyi bilen, iddiacı, kaba, ultra nazik, vs.. Eminim hepinizin ekleyeceği şeyler
vardır bunlara değil mi?
Hiçbir
insan mükemmel değildir, herkesin az biraz kusurları, defoları vardır. İyi ya
da kötü yanları vardır. Peki bunları gözlemleyen ve yazan ben çok mu
mükemmelim? Tabii ki değilim, sadece ortalamanın biraz üzerinde bir bilince ve
farkındalığa, vicdana ve samimiyete sahibim o kadar.
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Rüyalarım, düşlerim, kabuslarım..
En güzel rüya tanımını
Murathan Mungan’ın “Şairin Romanı” kitabında okumuştum; “Rüyalarımız kendimize
sorduğumuz resimli bilmecelerdir. Cevabının bizde saklı olduğundan habersiz
olmayı seçtiğimiz için hatırlamayız onları ya da tabir edemeyiz.”
Rüyalarım benim için çok önemlidir. “Bir rüya gördüm” dediğim
zaman evdeki herkes yine mi ifadesiyle bana bakar. Endişe, korku ama bir o
kadar da merak dolu olan gözleri, rüyama göre beni ya geri çeker, ya da
keyiflendirir. Çünkü bilirler ki rüyalarım çıkar.
Çok rüya gördüğüm için
rüyalarla ilgili çıkan kitapları, yazıları, belgeselleri, tv’de çıkan uzmanları
elimden geldiğince takip ederim.
Rüya
denilince çoğu insanın aklına ilk gelen isim Sigmund Freud’dur. Rüyaların
bilinç altına giden ana yol olduğunu söyleyen Freud 'a göre rüyaların amacı günlük yaşamda
bastırılarak bilinçaltına atılmış ilkel, çoğunlukla da cinsellik ve saldırganlıkla
ilgili isteklerin dışa vurulmasıdır. Ünlü psikanalist kişinin bastırılmış
duygularını ortaya çıkarmak için rüyalardaki sembollerin önemine dikkat çeker.
Şu aralar tezi için Freud okuyan kızım benim için bu görevi üstlenmiş durumda J
sigmund Freud ve carl Jung |
Freud
kadar popüler olan bir başka isim de Carl Güstav Jung 'du. İnsanların yaşam
biçimlerinin getirdiği kısıtlamalar sonucu, kişiliklerinin ortaya koyamadıkları
yönlerinin rüyalarda ortaya çıktığını söyleyen Jung’a göre, rüyalarda geçen
semboller bilinçaltından gelen zihinsel görüntülerdir ve kabullenmediğimiz ya
da endişe duyduğumuz yönlerimizi tanımamıza ve kabullenmemize yardım ederler.
İkisinin
çalışmaları arasındaki temel farklılık Freud'un rüyanın ne saklayacağına, Jung'un
ise ne açıklayacağına bakmasıdır.
Çok
rüya gören bir insan olarak bana
sorarsanız eğer, aklım tüm uzmanların dediklerine inanmak istiyor, yani
tüm rüyalar bir şekilde yaşadıklarımız
ve bilinçaltımızın eseri olduğu için “eyvah kötü bir rüya gördüm, ne olacak
acaba?” korkusu yaşamama gerek yok o zaman! Bunun bir yere kadar doğru olduğunu
kabul ediyorum ama ben haberci rüyalara da inanıyorum.
Rüyalarımızın çoğu bilinçaltımızın bize sunduğu görüntülerdir. O
gün yaşadıklarımız, ya da bir süredir zihnimizi meşgul eden problemler,
özlemlerimiz, isteklerimiz bilinçaltının muhteşem yönetmeliği sayesinde değişik
rollere bürünüp bir tiyatro oyunu hazırlarlar ve bize ustalıkla bu oyunu sunarlar. İdiia ederim ki benim bilinçaltım bu konuda Oscar’ın
en büyük adayı olabilir J Ama bir de haberci rüyalarım var ki, ben ve yakınlarım buna
birkaç kere tanık olmuşlardır. Bunun sebebinin de 6. duyum olduğuna inanıyorum.
Ya kabuslar? Bu
konuda da çok iyiyim J Kabuslarımdan çok güzel gerilim filmleri, seri katil hikayeleri
çıkar. Karabasan da görmüşlüğüm var ve
bence kabustan beter bir şey. Kötü bir rüya gördüğünü fark edersin ve uyanmak
istersin ama bunu başaramazsın, bazen uyandığını sanırsın, üzerindeki ağırlık
kalkmaz bir türlü, aslında hala uykudasındır falan filan, yani berbat bir durum L
Tekrarlanan
rüyalar var bir de. Benim rüyalar aleminde yıllardır yaşadığım evler ve
sokaklar var valla, rüyamda çok iyi bildiğim bu yerleri gerçekte hiç görmedim.
En
sonuncusu da “kıçın açıkta kalmış” isimli rüyalardır ki bunlar da bende fazlasıyla mevcut. Geçen
gece bir ambulans sedyesinde, üzerimde ameliyat önlüğü ile yüzü koyun uzanmış
olarak E-5 kara yolunda arabaların arasında son hızla eve dönmeye çalışıyordum J
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)